Erdek – Kapıdağ Yarımadası
Erdek benim için çocukluk anılarımda kalan annem ve kuzenlerimle bir yaz tatil yaptığımız silik bir kaç anı, Hâluk içinse yıllardır, orada ne var ki, oraya da tatile mi gidilirden ibaret bir yermiş. Ama her ikimiz için de bütün Kapıdağ Yarımadası sadece Erdek’den ibaretmiş. Evet, Erdek bir ilçe ve bütün köyler ona bağlı ama köyler İlçe merkezinden çok farklı. Biz zorunlu beklememiz sırasında bir bakalım nasıl bir yermiş dedik. Aslında çok da kalmayız herhalde diye aklımdan geçiyordu.
Kapıdağ Yarımadası’nı batı veya doğudan başlayarak gezebiliyorsunuz. Biz Erdek batıda olduğundan o tarafı tercih ettik hiç düşünmeden. Yarımadaya girince önce bir düzlük karşıladı bizi. Çünkü burası binlerce yıl önce karaya çok bitişik bir adaymış aslında ve zamanla aradaki boşluk dolmuş, önceleri bir bataklıkmış ama şimdi düz, ağaçlıklı toprak bir arazi artık. Doğuya yönelince yol kamplar ve Erdek olarak ikiye ayrılıyor. Biz kamplar kısmını tercih ettik. üç tane askeri kamp ve başka kampların da olduğu sahil kısmı burası. Sonra zaten diğer yolla birleşip Erdek’e geçiyor.
ERDEK
Erdek hala çocukluğumdan hatırladığım, ki bu yaklaşık 40 yıl öncesi demek, o güzel ilçe olarak kalmayı başarmış. Elbette yeni binalar düzenlemeler yapılmış ama doğa katledilmemiş. Benim hayran kaldığım o güzelim çınar ağaçları 40 yaş daha alarak daha da güzelleşmişler. Sahildeki yalıların çoğu yıkılarak, yazlık evlere dönüşmüş ama fazla kat verilmediğinden ve ağaçlar da korunduğundan hiç de çirkin görünmüyorlar. Bütün sahil motorlu araç trafiğine kapalı. Yazın bisiklet trafiğine de kapalıymış. Şehrin merkezi hariç her yerde denize girilebiliyor, çünkü merkez adalara giden feribotların limanı.
Bu tabi ki çadır ve karavancılar için bir kâbus. Arabamızı bu mevsimde bile park edecek alan bulamadık, kampingler varmış ama biz kampinge girmek istemiyoruz ve zaten çok uzaklar. Ama biz Homy’mizi işte bu günler için küçük tercih etmiştik zaten. Sahilin iki sokak gerisinde yol kenarına park ettik onu ve bütün sahili yürüyerek dolaştık. Çınar ağaçlarının ve çay bahçelerinin tadını çıkardık. Yemek yedik. Sokaklarda çok fazla başıboş köpek olmadığından Şerlok’u da bizimle beraber rahat rahat gezdirdik. O kadar yoruldu ki kendini arabaya zor attı akşam. Tam 17.000 adım atmışız ama inanın yorulduğumuzu anlamadık. Akşam gene sahilde bir çay bahçesinde oturup, yıldızların ve denizin keyfini çıkardık. Sonra da yol kenarında park etmiş arabamızda uyuduk.
Sabah hemen karşımızda gördüğümüz çamaşırhanede sadece ₺15 ye çamaşırlarımızı yıkayıp, kuruturlarken biz bir de sabah turu yaptık. Ama sokakta daha fazla yer kaplamak istemediğimizden, çamaşırlar hazır olunca, bir sonraki köye doğru yola çıktık.
OCAKLAR
Erdek’den sonra ilk köy Ocaklar, tabi ki Erdek de yer kalmamasından faydalanmış ve oradan kaçan yazlıkçılar ve tatilcilerin mekânı olmuş. Aslında Ocaklar’da da sahil şeridi trafiğe kapalı ama şimdi sezon açılmadığından herkes aracıyla dolaşıyor. Buraya da bayıldık, bu mevsim için çok sakin ve sessizdi. Bol pansiyonlu ve otelli bir köy. Ama benim en sevdiğim yanı sağlı sollu ve ortadaki refüj de dahil olmak üzere her yer sımsıkı dut ağacı dolu. Ama ne yazık ki olmamışlardı henüz. Benim gibi dut yemeye yatıya giden biri için cennet gibi. Bir ay sonra gitsek duta doyardık 🙁
Sahilde dut ağaçlarının dibine park ettik arabamızı, masa sandalyemizi de çıkarttık. Gün batımının zevkiyle yemeğimizi yedik, çayımızı içtik. Sabah da erkenden masamızı kurduk, yürüyüşe çıkanlarla sohbet ederek kahvaltı ettik. Çok zevkli bir yerdi. Ama daha çok köy var hepsinde böyle kalırsak bitmez bu yollar diye toparlandık.
NARLI
Bir kaç takipçimiz Narlı’ya mutlaka uğrayın dediği için çok hevesle girdik oraya ama beklentilerimizi yüksek tuttuğumuzdan mı, Ocaklardan sonra çok bakımsız geldiğinden mi, yoksa mevsim itibariyle çok aşırı dağınık olmasından mı bilinmez biz sevemedik Narlı’yı. Belki yazın gelip, burada bir pansiyonda kalıp, halkla samimi olunsa daha sevimli gelebilirdi. Neyse el arabasında balık satan bir balıkçıdan aslında zehirli olan ve kendimiz ayıklamaya cesaret edemeyeceğimiz iskorpitlerden alıp devam ettik yolumuza.
İLHANKÖY
Burası minicik bir köy. Bir bakkal, bir cami ve iki kahvehane bizim bütün gördüğümüz. Bakkaldan bisküvi alıp kahvehanenin birine oturup çay içtik. Kalmaya gerek yok deyip bir kaç fotoğraf sonrası çıktık oradan.
DOĞANLAR
Oldukça virajlı bir yoldan, ama harika manzaralar eşliğinde geçip bir koy ve köye ulaştığımızda burasını Doğanlar sandık ancak Büyük Ova köyüymüş.
Burada sahilde Homy ile panoramik bir tur yaptık burası da çok güzel olmasına rağmen aklımızda Doğanlar’a ulaşmak olduğundan Oraya bir bakalım beğenmezsek burası elde bir diyerek Doğanlar Köyü’ne geçtik. Sahilde kocaman yemyeşil bir arazinin ortasında, kocaman bir ağacın altına yerleştik hemen. Kuş sesleri, deniz, doğa hepsi harikaydı. Halûk’un benim de tanıştığım şimdi İngiltere’de yaşayan arkadaşı Özge’nin ailesinin burada evi varmış. Kaldığımız yerin fotograflarını gönderince Halûk, “Yahu bizim sitenin yanına gelmişsiniz eve gidin bari” diyen Özge, Israrla bir de Leeds’den İzmit’e telefon trafiği ile babasına evin anahtarını buldurtup, bize ulaştırmak için seferberlik ilan edince bu çabaya kayıtsız kalamadık!!!??? 😉 . Bu doğayı bırakıp evde kalmaya hayır dedik ama sıcak bir duşa hayır diyemedik doğrusu. Baktık site çok güzel, onların evi en önde, kocaman yemyeşil bir bahçe ve arkada orman, bir de üstelik 14 ev ve bir de bekçi evinin olduğu sitede bekçi dahil bizden başka kimse olmayınca, çektik arabamızı bahçeye ve hemen duşa koştuk.
Balıklarımızı da onların evinden ödünç aldığımız küçük tüpte bahçede kızarttık. Bütün akşamımız bahçede geçti. Niyetimiz ertesi gün yola çıkmaktı aslında.
Ama bizim evlilik yıldönümümüzdü nasılsa bir köyde geçireceğiz bari burası olsun dedik. Ben hiç durmayan kuş seslerine bayıldım. Günün her saatinde farklı bir melodi var. Gece bile. Ama Halûk ” insan kuş sesinden de sıkılırmış yahu” dedi ayrılırken gülümseyerek.
Denize de gireriz hazır duş varken dedik ama soğuktan cesaret edemedik. Aslında burası da küçük bir köy ama daha derli toplu. Bir cami, bir bakkal, olmazsa olmaz iki kahvehane, bir fırın var. Yazları açık olduğunu düşündüğümüz bir kaç çay bahçesi ve köfte, tost vb yapan yerler vardı. Genel olarak bütün Kapıdağ Yarımadasında olduğu gibi evlerini açan insanların pansiyonları da. Bir geceliğine geldiğimiz yerden iki gece sonra istemeyerek ayrıldık.
TURANKÖY
Sırada gene bir karavanlı gezginin tavsiye ettiği ama yolu meşakkatli dediği Turanköy var. Yol bize meşakkatli gelmedi aslında. Köyün merkezi çok sevimli ki zaten onlar da burada konaklamışlar. Çınar ağaçlarıyla kaplı bir meydan, cami, fırın, kahvehane, inanılmaz ama bir market ve çeşme vardı. Suyumuzu doldurduk, buzdolabımıza takviye yaptık, ekmeğimizi aldık. Sahilde yürüdük epeyce ama çok da cazip gelmedi bize, meydanda kalmak için de erken bir saatti, haydi sonraki köye dedik. Bu arada söylemeden geçemeyeceğimiz, içimizi acıtan bir olay da oldu. Maalesef bu köy halkının çok da doğaya saygılı ve sorumluluk sahibi olmadıklarının ve vurdum duymazlıklarının gösteresi. Yürüyüşümüzü yaparken yavrularını yeni sütten kesmiş, bir deri bir kemik bir köpek de bizimle geldi. Bir süre sonra ayrıldı bizden ama dönüş yolunda tekrar karşılaşınca hadi bizimle gel sana birşeyler var mı bakalım dedik, anlamış gibi takip etti bizi.. Yanımızda taşıdığımız hazır mamadan yaklaşık 1 kilo kadar bir çırpıda yiyecek kadar açtı malesef. Bizi izleyip kahvede bizim yaptıklarımız hakkında dedikodu yapan kahve efradı ve ekmek aldığımız fırının sahibine rağmen sokak hayvanlarının bu kadar aç olması bizi çok üzdü. Umarım daha duyarlı olurlar…
ORMANLI ve BALLIPINAR
Sonraki köye kadar olan yol gerçekten çok virajlı ve kenarlarda bariyer olmayan bir yol. Beni biraz korkuttu doğrusu. Köye girince güzel bir iskele vardı Halûk hemen çekti arabayı üstüne, ben de atladım aşağıya fotoğraf çekeyim diye. Üzerimde kısa kollu bir t-shirt, ayağımda diz altı bir kapri. Hani garip bir durum yok. Bir bey geldi yanıma sorular başladı hemen, karavan için bizim için, ben de Ballıpınar’ı sordum nasıl bir yer diye. Orası kapalı bir Pomak köyü kalamazsınız orada böyle, kılık kıyafete dikkat ederler cevabını verdi. İlla burada kalın ısrarı da vardı. Gene bir cami, bir bakkal ve iki kahvehaneden oluşan bir meydan. Köy çok itici geldi birden bu konuşmanın üstüne devam edelim dedik. Ballıpınar’dan da sadece geçtik. Çok derli toplu, diğerlerine göre birbirine kaynaşmış evlerden oluşan bir köy hiç durmadık bile. Ama yol kenarında hayatımda gördüğüm en temiz, bembeyaz keçiler zıplıyordu.
ÇAYAĞZI veya ŞAHİNBURGAZ
İşte hayallerimin köyü. Yarımadanın iki benzin istasyonundan biri burada ama mazot alalım diye gittiğimizde kimse yoktu. Aradık bir saate gelirim dedi. Limanda kocaman çınar ağaçlarının gölgesinde bir kahvehane var, ama kahvehanenin bina kısmında erkekler otururken, ağaçların altındaki bahçe kısmı köyün yaşlı teyzeleri ve çocuklara ait. Aracımızı bahçenin önüne çektik hadi birer çay içelim dedik. Kahveci Mehmet çok muhabbet bir adam arabayı nereye çeksek dedik, “çekmişsiniz ya işte dursun orda beğenmediniz mi?” dedi. Büyük bardak çay istedik su bardaklarında geldi, yaşlılarla muhabbet ettik, biraz köyü dolaştık, mazot için aradılar gidip doldurduk. Ne ihtiyacınız varsa söyleyin dediler, ama şimdilik yoktu. Şerlok bile meydanın köpekleriyle arkadaş oldu, diğer köpeklere havlamaya başladı 🙂
Sabah kahvaltımızı yapıp, köyü dolaşmaya çıktık. Pazar varmış oraya gittik. Pazar deyince büyük bir şey sanmayın, bir sebzeci, bir çiçekçi, bir peynir vb kahvaltılık malzemeci, bir mutfak malzemeleri satıcısı, bir araba el aletleri satıcısı, bir kıyafet satıcısı. Yani kısaca köye bir nevi mini AVM gelmiş. Biraz sebze ve Manyas peyniri aldık biz de. Sonra sokak aralarında dolaşıp, kapı önlerinde oturan köylülerle sohbet ettik.
Caminin önündeki çay bahçemize doğru giderken burnumuza mis gibi bir koku geldi. Lokma dağıtıyormuş biri hayrına. Lokma dediysek İzmir lokması sanmayın, bildiğinizden biraz daha büyük pişi bunlar. Herkese ikişer tane veriyorlar birde. Biz de lokmalarımızı alıp, Mehmet’in yerinde çay ve Manyas peyniriyle yedik. Aslında niyetimiz bugün yola devam etmek ama bana kalsa burada bir ay kalabilirim. Öğleden sonra gene cami önünde başka bir lokma dağıtımı vardı. Onunla da ikindi kahvaltısı yaptık ama bu iş tehlikeli, kilo aldırır adama. Bu arada söylemeden geçemeyeceğim, Mehmet zaten ucuz olan çay ve kahvelerin parasını birkaç seferde bir esnaf işi olsun benden bunlar diyerek almıyordu. O kadar da tok gözlü ve bozulmamış bir esnaf.
Büyük tekneler için av yasağı başlamış anca küçükler çıkıp ufak tefek bir şeyler avlayıp dönüyor. Kıyıda balıkçılar ağlarını tamir ediyor, yeni ağlar yapıyorlar. Gece küçük bir teknedeki balıkçıları ağlarını boşaltırken seyrettik ama işlerini bitirmelerini bekleyip balık alamadık.
O kadar sevdik ki burayı arazi bakalım dedik. Sabah birkaç yer baktık, beğendik de ama fiyatlar artmaya başlamış arsa sahibi karar veremedi bir türlü kaça satacağına.
Sabah Bursa’ya dönmemiz gerektiğinden mecburen yola çıkmaya karar verdik. Ama o ne gene lokma dağıtılıyor üstelik yanında ayran ve peynir de var bu defa. Yolluk olsun diye verdiler bu sefer. Bir teyze bize “siz burayı bir de Ramazan’da görün, yemek yapmazsınız her gün bir şey dağıtılır” dedi. Kim bilir belki geliriz Ramazan’ı geçirmeye 🙂
KESTANELİK, ÇAKILKÖY, KARŞIYAKA, TATLISU, AŞAĞIYAPICI
Kestanelik Şahinburgaz’dan sonra küçük sevimli bir köy ama daha yeni çıktık durmaya gerek yok dedik.
Çakılköy ise adanın en ucundaki burunda duruyor, sanırım en büyük balıkçı köyü burası. Av yasağı nedeniyle hatırı sayılır miktarda tekne demir atmış duruyordu.
Tabi teknelerde çalışan balıkçılar da kahvehanelere yerleşmişler. Ben hiç durmak istemedim ama gene de birkaç fotoğraf için durduk.
Köy çok dağınık, her yerde atılmış ıvır zıvır ve çöpler, kıyıya çekilmiş ağlardan gelen koku havayı ağırlaştırmış. Çay içmeye bile duramadık. Oranın etkisiyle Karşıyaka’ya girmeden devam ettik. Tatlısu’dan suyumuzu doldurduk ama Şahinburgaz beklentimizi çok yükseltmiş sanırım Tatlısu ve Aşağıyapıcı’da da durmak istemedik. Zaten her ikisi de Bandırma’nın yazlıkçıları tarafından işgal edilmiş durumdalar.
DUTLİMAN VE SAHİL YENİCE
Adada kalacak yer bulamayınca Bandırma kenarındaki Dutliman ve Sahil Yenice’yi ziyaret ettik. Dutliman yol kenarında arabamızı park etmeye bile yer bırakılmamış, insanların tuhaf tuhaf yüzümüze baktığı, bulduğumuz tek sahilin çerçöp içinde olduğu bir yerdi.
Sahil Yenice ceviz fidancılığının geliştiği bir köy. Sahile küçücük bir yeri var açılan ama oraya da araba giremedi. Ama köyde bir düğün vardı. kızlar dörderli gruplar halinde dans ederek yıllar öncesinden gelen bir geleneği devam ettiriyorlardı.
Biz dönüşte rüzgar güllerinin altında, manzaraya karşı, sabah Şahinburgaz’da aldığımız lokma, ayran ve peynirle karnımızı doyurup, Bursa’ya dönmeye karar verdik.