Olympos – Korsanların sığınağı
Olympos, Antalya’nın batı sahillerinde adını 10 km kuzeyindeki Tahtalı dağından alan Likya Birliği’nin 3 oy hakkına sahip 6 kentinden birisidir. Tahtalı dağı 2375 mt yüksekliğiyle Olympos Dağı olarak anılmaktaymış Antik Çağda. Kentin temellerinin MÖ. 300 civarında atıldığı tahmin edilmektedir.Kilikyalı korsanların başı Zeniketes’in uzun zaman kenti üs olarak kullanması nedeniyle Olympos Limanı korsan yatağı olarak da anılır. Zeniketes ile birlikte kente “Mitras Kültü” hakim olmuştur. Mitras, o yıllarda doğu ülkelerinin birçoğunda yaygın olarak inanılan Pers mitolojisinde saf ruh ve ışık tanrısıdır. MÖ. 78 yılına kadar korsanların hakimiyetinde kalan kent, Sicilya’daki Roma Valisi Servilius Vatia’nın zamanın en büyük korsanı Zenicetes’i deniz savaşında yenmesiyle Roma hakimiyetine geçmiş ve “ager publicus” (satışa çıkarılmış veya kiralık olarak verilecek Roma mülkü) olarak ilan edilmiştir.
MS.43 de kesin Roma egemenliği ile kent yükselişe geçmiş, eski binaların onarılması, yeni binaların yapılması genellikle bu döneme denk gelmiştir. İmparator Hadrianus’un MS.130 da Olympos’u ziyareti kent için önemli bir durumdur. Kent MS 4. yy civarında tekrar korsan akınlarına uğradıysa da 5. yy da Efes ve İstanbul konsüllerine katılmış ancak geç hristiyanlık döneminde önemini yitirmeye başlamıştır. 11. ve 12. yy larda Venedikli ve Cenevizli tüccarların ticari merkezi olmuş, 15 yy da Osmanlı egemenliği ile tamamen terk edilmiştir.
Olympos, ortasından akan ırmağın iki tarafına yayılmıştır. Antik dönemde bu nehir bir kanal içerisine alınarak, kent taşkınlardan korunmuş, ve kanal kenarları iskele olarak kullanılmıştır. Kentin iki yakası kanal üzerine yapılan ve hala bir ayağı sağlam olan köprüyle birbirine bağlanmıştır.
Kente girişte bizi 1969 da yaşanan sel felaketiyle büyük bölümü yıkılan Nekropol Kilisesi ve nekropol karşıladı. Giriş kompleksi, Piskoposluk Sarayı, piskoposluk kilisesi ve vaftizhane, Roma dönemi anıtsal mimarisi açısından önemli bir yer alan Tapınak, Mozaikli Bina ve Limandaki anıtsal mezarlar kentin sol yakasında görülebilecek binalar. Bir de Anadolu Üniversitesi tarafından kazıları hâl devam eden ne olduğunu bilemediğimiz bir yapı vardı. Kentin günümüze ulaşmış kalıntılarının çoğu orman içinde ağaç ve çalılarla örtülü kalmış, bu sayede belkide günümüze kadar ulaşabilmiştir. Kalıntıların çoğu Helenistik, Roma ve Bizans dönemlerine aittir.
Biz kanal boyunca sahile kadar yürüyüp Liman ağzındaki “Kaptan Eudomus’un lahdi” ni de suların yolu kapaması nedeniyle zorlukla gördükten sonra Mozaikli bina, mezarlar, kanallar ve tapınağı görmek için iç taraftan geri döndük. Plaja giderken nehir ağzının hemen yanında kayalığın oyuğunda yer alan lahit hem duygu dolu şiirsel ithaf yazıtında kaptanın adını vermesi, hem de uzun kenarındaki gemi kabartmasında gemisinin şeklini vermesi açısından da büyük önem göstermekteymiş.
Geri dönerken Nekropol Kilisesinin arkasından karşıya geçip kanalın diğer tarafını da görelim dedik. Orada yürümek biraz zorlu. Çalılar yolu çok fazla kapatmış. Ama tiyatro, ormanın içinde ilk siz bulmuşsunuz hissi uyandıran hamam ve şehir surlarını görebilmek bütün zahmete değdi.
Ne olduğunu anlayamadığımız ama , korumaya alınmış kanal boyundaki bina da çok ilgi çekici görünüyordu. Bir önceki gün yağan yoğun yağmur, ve selin yolları kaplaması nedeniyle sahile inemedik ve tapınağı da göremedik, ama söylenen denizin de çok güzel olduğu ve yazın gelip burada denize de girmek gerektiği.
Kentin hemen yanında Musa Dağı yer alıyor, arkasında da sahilden yürüyerek gidilebilen ve sürekli yanan ateşleriyle ünlü Chimera, ya da şimdiki adıyla Çıralı. Halkın demirci Tanrı Hephaistos için adaklar verdiği, kutsal kabul ettiği ve tapınmak için gittiği tepe. Tepeye hala o dönemlerden kalan büyük taş bloklarla yapılmış kutsal yoldan çıkılıyor ve yukarıda da bir Bizans kilisesi var.