Gölyazı
GÖLYAZI (18-19 Nisan 2018)
2017 de Kayseri’de başımıza gelen olay nedeniyle geri döndük ve o günden beri yaşadığımız üst üste aksiliklerle bir türlü uzun bir tur için yola çıkamadık. Sanki bir güç bize durun gitmeyin diyor. Sonunda aksilikler artık son bulsun dedik ve Nisanın ilk haftası yola çıkıp Yalova’da işlerimizi halledip, İstanbul’da akraba ve arkadaş ziyaretlerimizi yaptıktan sonra Bursa’ya Homy’nin aylar önce gelmiş ama bir türlü takılamamış tentesini taktırmaya Viya Karavan‘a gittik. Ama Viya Karavan‘ın sahibi Hüseyin Bey bütün dürüstlüğüyle bunu takarsak kısa sürede düşer dedi ve sağlam olması için bizim karavana özel bir parça buldu ama parçanın gelmesi için tarih 30 Nisan. Yapacak birşey yok tente olmadan gezmenin o kadar zevki olmadığını tecrübe ettik zaten, bekleyeceğiz. E fırsat bu fırsat Bursa çevresini keşfe çıkalım dedik. Ne de iyi etmişiz. Önce iki günümüzü yeni adı Zeytinbağı olan Trilye’de geçirdik. Oradan da filmlerde adı çok geçen benim de çok merak ettiğim Gölyazı’ya geçmeye karar verdik.
Gölyazı Bursa’nın Nilüfer ilçesine bağlı, Ulubat Gölü’nün içinde, minik bir ada üstüne kurulu, küçücük bir köy aslında. Sular çekildiğinde hem yarımada haline geliyor, hem de yüz ölçümü büyüyor. Köylülerin söylediğine göre ekolojik yapıyla oynanıp nehir ağızlarına yapılan setler vb nedeniyle gölün yapısı değişmiş ve göl diğer taraftan çekilip, adanın olduğu tarafa doğru kaymış. Hemen yakındaki manastır adasını gösterip “benim çocukluğumda annemler oraya fasülye dikerlerdi, şu hemen önümüzdeki balık tutulan alan da domates bahçesiydi” diye anlatıyor yerlisi bir teyze.
Asıl adı “Apolyont” olan adanın bilinen tarihi Mö. 5.yy a dayanıyor. Adı tanrı Apollon’a ithafen konulan şehir diğer Apollonlarla karışmaması için Apollon ad Rhyndakos olarak adlandırılmış. Yani Rhyndakos Nehri kenarındaki Apollonia kenti. Burası Efes’de bulunan kayıtlara göre imparatorluk zamanında bir liman kentiymiş.
Hala ayakta durmaya çalışan sur duvarları, ana kara üzerindeki Zambak Tepe olarak anılan yerdeki tiyatro kalıntıları, Yel değirmeni, tarihi ağlayan çınar ve sübyan mektebi köyün önemli tarihi varlıkları. Yakınlardaki adalarda da önemli kalıntılar bulunuyor. Manastır adasındaki kalıntıların kazıları hala devam ettiğinden ziyarete kapalı, yakındaki Kız Adasında da Apollon Kentine ait kutsal alan kalıntıları bulunuyormuş. Ayrıca köyün girişinde bulunan Hagios Panteliomun Kilisesi belediye tarafından onarılarak Kültür Evi haline dönüştürülmüş. Ama sadece hafta sonları açık olduğundan biz ne onun, ne de yel değirmeninin içini göremedik.
1923 yılına kadar Rum ve Türk halkı ada üzerinde kaynaşık bir şekilde yaşarken, mübadele sırasında evlerinden ve yurtlarından koparılan Rum halk geri gönderilirken, aynı şekilde Selanik’de yaşayan Türklerin de bir kısmı değişimle onların yerine yerleştirilmiş. Gene kaynaşmışlar ama içlerinde bir burukluk kalmış tabi ki. O gidenlerin çocukları buraları ziyarete geliyorlar dediler.
Biz Gölyazı’ya girince o kadar az park yeri vardı ki ne yapsak diye düşünürken, şansımıza bir araba çıktı hemen gölün dibinden ve biz başka bir karavanın dibinde bir yer bulduk kendimize. Bu aslında mucize gibi bir durum, çünkü en fazla 10 arabalık falan bir yer var zaten küçücük alanda. Ama hayret verici bir şekilde yan karavanın sahibiyle selamlaşmayı bile başaramadık iki gün boyunca!!
Gölyazı belediye tarafından toparlanmaya çalışılıyor. İki senedir doğalgaz döşemesi yapılıyormuş. Her taraf köstebek yuvası gibi kazılmış, sokaklarda yürümek eziyet halinde. Neden çevresini yürümek bile 1.5 km süren bu adacığa iki senedir doğalgaz döşenememiş derseniz biz de merak edip köylülere sorduk. Ada sit alanı olduğundan her kazılan yerden bir tarihi eser çıkıyormuş, öyle olunca da hadi bilir kişiler, arkeologlar vb toplanıp kurtarma kazısına girişiyor bitince bu sefer az ileride aynı işlem yeniden başlıyormuş.. Anlamadığımız, tarihi bir kentin üstüne kurulmuş bir köyde bu o kadar belli ki, neden doğalgaz konusunda böyle ısrarcı olunmuş, her iş bitmiş de bir o eksik kalmış gibi.
Ama köyün doğal güzellikleri hala bozulmamış. Gece gürültü ve müzik sesleri olmadan uyuyup, sabah kuş sesleriyle uyanıyorsunuz. Evlerin önünde kadınlar ayaklarını uzatmış hem muhabbet edip, hem de ağlarını onarıyorlar. Selam verdiğinizde hemen bir muhabbetin içinde buluveriyorsunuz kendinizi.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyanıp minik bir yürüyüşe çıkınca serpme ağ ile yemlik balık avlayan bir balıkçıyla karşılaştım, balık avı yasağı olduğundan olta ile balık avlamaya gidecekmiş sonra. Bu avladıkları neyse 🙁
Öğlen sıraları da ihale ile balık satışı yapılıyor. Gölden turna, sazan ve yayın balığı tutuluyormuş. Eskiden kerevit de bolmuş ama artık bitmiş. Yasaklara rağmen bu avlar devam ederse balık da kalmaz birkaç seneye zaten. Ben de ihaleye gittim balık alırım umuduyla ama lokantalar balıkçıların bütün tuttuklarını toplu olarak alıyorlar. Aslında buzdolabımız büyük olsa harika bir alış olurdu.Yukarıdaki videoyu biraz sabırla izlerseniz sona doğru ihaleyi de görebilirsiniz. İlginç bir deneyim.
Ben daha sonra küçük bir turnayı ihaleden alan balıkçıdan aldım ve akşam afiyetle yedik.
Gölyazı’da kalmak için küçük pansiyonlar varmış birkaç tane, ama genel olarak Bursalılar’ın hafta sonu nefes almak için kullandıkları bir yer burası. O nedenle de çok kalabalık oluyormuş ve köyün dışına yapılan bir otoparka araçları bırakıp, servislerle veya yürüyerek gelmek gerekiyormuş. Hafta içi gelirseniz, göl kıyısında manzaraya karşı bir çay, yanında gözlemeyle veya ana kara tarafındaki balıkçılarda tatlı su balıklarıyla karın doyurulabilir.
İşin gerçeği biz Gölyazı’dan sonra gittiğimiz Eskikaraağaç’ı daha temiz ve düzgün bulduk. Orası da tescilli bir leylek köyü. her sene haziran sonu temmuz başı gibi leylek şenlikleri oluyormuş. Küçük bir müzesi ve leylek gözlem kulesi de yapmışlar.
Göl ve müze çevresinde TRT için çekim yapan arkadaşlarla beraber gelen görevli Sami Bey bize Boğaz Köye gitmemizi orada ayı barınakları olduğunu, görevlilere rastlarsak görebileceğimizi salık verdi. Yolumuzun üstü diye o tarafa yöneldik ama bu da başka bir hikayenin konusu olsun 🙂