Limyra
Limyra, ya da Likya birliğindeki adıyla Zemuri’ye ulaşmak için Finike’nin portakal bahçeleri arasında 9 km yol almak zorundasınız. Tabelaları takip ederek giderken hiç beklemediğimiz bir yerde bir anda küçük bir antik tiyatro çıktı karşımıza. Yolun kenarında tellerle çevrili tek başına.
Görünürde başka da bir şey yoktu. Limyra bilinen tarihi MÖ.5. yy a kadar uzanan küçük bir yerleşim. Ama Likya birliği içinde yerini almış ve hatta kendi sikkelerini de bastırmış. Bizans hakimiyeti sırasında piskoposluk merkezi olacak kadar da büyüdüğü bulunan 6 piskopos mezarından anlaşılmış. Limyra MS.141 de meydana gelen büyük depremle tamamen yıkılmış, zengin Opramoas ve halkın işbirliğiyle yeniden yapılmıştır. Bu tiyatro da kitabesinden anlaşıldığı üzere Opramoas tarafından yeniden yaptırılmıştır.
Tiyatroyu gezip şehrin kalanını aramak için yola devam ettik. Ama tepelerde gördüğümüz bir kaç kaya mezarından başka birşey yoktu etrafta.
Sonra Kâfi baba türbesi çıktı karşımıza. Burasının Piri Sani Abdal Musa’nın dervişlerinden biri olan Muhammed Bin Nida-i Kasım’a ait bir türbe olduğu söyleniyor. Kâfi baba adını almasının efsanevi hikayesi ise şöyle; Abdal Musa 40 dervişini Kaygusuz Abdal’ın hizmetine vererek Mısır’a gönderir. Bu sırada Mısır Kralının kızı da verem olmuş ölmek üzeredir. Kralın kızı için dervişlerden yardım istenir. Onlar da Nida-i Kasım’a söylerler. Kasım nefesi ve nazarıyla kızı iyileştirince Kral bir dileğin var mı diye sorar ona. Derviş belinden nefirini çıkarır ve içine yağ doldurulmasını ister. Bu dileği küçümseyerek karşılayan Kral, nefirin Mısır’ın bir senelik yağ ihtiyacı içine doldurulduğu halde hala dolmadığını görünce “kâfi derviş kâfi” der. o günden sonra da Derviş Kasım artık Kâfi Baba olarak anılmaya başlar.
Bu türbe aslında medeniyetlerin ve ardından dinlerin birbiriyle nasıl da iç içe olduğunun bir kanıtıdır bize. Bu alan Likya döneminin kutsal alanı, Hereon (kahraman) anıtının olduğu yerdir aslında. Orada oluşan inancın farkında olan Abdal Musa’nın dergahını buraya kurması tesadüf değildir.
Biz de Kâfi Baba ve yanında başka bir mezarda yatan Hasan Baba’ya dualarımızı okuyup artık geri dönmeye karar veriyoruz, antik kentin sadece tiyatrodan ibaret olduğunu düşünerek.
Dönerken tiyatronun biraz ilerisinde, yolun diğer tarafında biraz yoldan yüksekte bir duvar ve bir kapı dikkatimizi çekiyor. Önünde de kahverengi bir tabela var. Arabayla yukarı çıkıp bir bakalım diyoruz nedir bu diye.
Meğerse Harikalar diyarına açılan kapıymış burası !! O küçücük kapının arkasında bir şehrin kalıntıları, gene başka bir derviş olan Bedri Baba’nın mezarı ve muhteşem bir doğa varmış. Gözlerimize inanamayarak duvarın bulunduğu tepeden aşağı indiğimizde anıtsal çeşmeler, şehrin agorası ve saray kalıntıları karşılıyor bizi.
Plinius’un “Limyra, içine Arykandos’un (Aykırı Çay) döküldüğü şehir..” dediği yer burası. Aykırı çay ona dur diyen insanlar şehri terk ettikten sonra kendi egemenliğini ilan etmiş ve heryerden akmaya başlamış. Anıtların, duvarların altından kendine yol bulduğu heryerden akıyor.
Dere üzerindeki köprü geçildiğinde, sular altındaki taş döşemeleri seçilebilen antik cadde çıkıyor karşımıza. Ptolemaion anıtı, zafer takı, piskoposluk sarayı, kilise, hamam ve doğu kapısı, kentteki diğer önemli yapılar arasında yer alıyor. Suriye seferinden dönerken Limyra’da ölen Gaius Ceasar adına yapılmış olan anıt mezar da burada bulunuyor. Memleketinden uzakta, taşrada ölen bir kişinin anısını yaşatma amacıyla yapılan, fakat içinde ölüyü barındırmayan bu tür yapılara kenotaph (konuk mezar yapı) deniliyor.
Limyra, bereketli topraklarıyla kurulduğu zamandan itibaren hep gözde bir şehir olmuş. İlk kurulduğunda çoğu antik kentin olduğu gibi bir liman kentiymiş. Zamanla bu liman bereketli bir ovaya dönüşmüş.
Büyük İskender’in ele geçirmesine kadar, Pers hakimiyetinde bir küçük yerleşimmiş burası. Büyük İskender, Vali Nearkhos yönetimine bırakmış Limyra’yı fethettikten sonra ve yoluna devam etmiş. İskender’in ölümünden sonra imparatorluğu paylaşılırken, Limyra da İskender’in komutanları arasında devamlı el değiştirmiş, nihayet MÖ 197 de Suriye Kralı III. Antiokhos tarafından alınarak Suriye Krallığı’na bağlanmıştır. Ancak bu durum da fazla uzun sürmemiş ve Antiokhos’un Magnesia savaşında yenilmesiyle şehir Rodoslulara verilmiş ama bundan hiç hoşlanmayan Limyra halkı isyan edince MÖ 167 de Rodos’dan alınarak Roma İmparatorluğuna bağlanmıştır.
Bu dönemde Likya birliğine de katılan şehir, kendi sikkelerini de bastırabilecek kadar parlak bir dönem yaşamıştır. MS.141 de büyük bir depremle yıkılan Limyra zenginlerin de yardımıyla onarılmış ve daha sonra Bizans egemenliği sırasında da piskoposluk merkezi olarak o ihtişamını devam ettirmiştir. MS 8. yüzyılda Arap akınlarıyla önemini kaybeden kent, daha sonra sırasıyla Selçuklu, Menteşe Beyliği ve Osmanlı egemenliğine girmiştir.