Iasos – Kıyıkışlacık
Tabelalarda yazan adıyla Küçükkıyıkışlacık veya herkesin bildiği adıyla Kıyıkışlacık, adı gibi küçük, sevimli, sıcacık bir köycük. İnsanların tanımasalar bile hala birbiriyle selamlaştığı, gülümsediği balıkçı köyü.
Hemen yanı başında tarihi MÖ.3500 lere dayanan Karya ülkesinin savunma amaçlı kurulmuş küçük antik kenti Iasos saklanıyor.
Saklanıyor diyorum çünkü köyün girişinde fark etmezseniz şehrin girişini, sonra yıkıntılar görünmüyor. Biz bir de köyün içine üst taraftan girince hiç görememiştik. Akşam alacakaranlıkta yürüyüş yaparken de fark etmeyip sabah yürüyüşünde gördük ancak. Oysa ki yukarıda görünen duvarın sadece 20 mt aşağısında uyumuştuk.
Karyalı hanımların akşam serinliğinde dolaştığı veya yıllar sonra Karya erkeklerinin Perslere karşı kendilerini savunduğu kıyıda uyumuştuk.
Karya bölgesi, Yunanlı kolonicilerin Anadolu’ya gelmesinden çok önce Anadolunun yerli halkının yaşadığı Büyük Menderes ile Dalaman Çayı arasındaki alandır. Anadolu’nu yerli halkı Luvi’lerin dillerinden türemiş kendilerine has özel bir dilleri ve yazıları vardır.
Karyalılar’ın Herodot, Homeros gibi tarihçilerin yazılarının yanısıra, Tevrat’ta ve Mısır hiyerogliflerinde de adı geçmektedir.
İasos Kenti Karya’nın genel olarak savunma amacıyla kurduğu düşünülen küçük bir yerleşimidir. İlk önce bir ada üzerine kurulmuş ancak zaman içerisinde aradaki deniz dolarak yarımada şekline gelmiştir.
Kentin ada olması gereken kısmı çift sıra surlarla çevrilmiştir. İlk sıra Arkaik dönemde inşa edilmiş daha sonra şehri saldırılara karşı güçlendirmek amacıyla ikinci sıra yapılmıştır.
Liman ağzında görülen kule bir ortaçağ yapısıdır ve limanın karşısında şimdi yıkılmış olan bir karşılığı vardı. Kullanıldıkları zamanlarda her iki kule arasına zincir gerilerek, istenmeyen teknelerin limana girmesi engellenirdi.
İasos MÖ.412 yılında Lysandros tarafından tamamen yakılıp yıkılmış, Knidos kentinin yardımlarıyla yeniden inşa edilmiş, MÖ. 4 yy sonlarında Büyük İskender’le birlikte bağımsızlığına kavuşmuştur. Daha sonra diğer Batı Anadolu kentleriyle birlikte Roma İmparatorluğu’na katılmış, bölünmeden sonra Bizans egemenliğine geçmiştir. Menteşeoğullarının bölgeye hakim olmasından sonra da Türk topraklarına katılmıştır.
Kentin Bouleuterion yani meclis binası en sağlam kalan yapılardan birisi. MÖ. 4.yy da inşa edilmiş ancak MÖ.1.yy da üzerine ilaveler yapılarak tiyatro olarak da kullanılmaya başlanmıştır.
Kentin üst yamacında, Arkaik dönemden Roma dönemine kadar yapılmış evlerin kalıntıları, Güney tarafında ise Demeter ve Kore tapınakları, mozaikli ev ve büyük su sarnıcının kalıntıları vardır.
Köy tarafından girişte büyük bir Agora bulunmaktadır. Buranın altında kentin üst tarafından gelen suların drenajını yaparak denize bırakılmalarını sağlamak amacıyla yapılmış kanallar ve kanalizasyon yolları bulunmuş.
Ayrıca biz gittiğimizde kapalı olan halkın Balık Pazarı diye adlandırdığı ama aslında mezar kompleksi olan bir bölüm de açık hava müzesi olarak düzenlenmiş.
İasos binalarında kullanılan dünyada çok az örneği bulunan kırmızı mermerlerin, Ayasofya’nın inşaası için buradan gemilerle götürüldüğü söyleniyor. Hatta Bebek iskelesinin yapımında kullanılan taşların bile buradan götürülmüş olma ihtimali var. Anlayacağınız kent o kadar talan edilmiş.
İasos halkının geçimini balıkçılık ve zeytincilik yaparak kazandığı söyleniyor. Tıpkı Kıyıkışlacık sakinlerinin hala yaptığı gibi.
Bir de efsane var burasıyla alakalı. İasos’lu gençlerin gymnasiumda çalıştıktan sonra denizde yıkanması bir gelenekmiş. Çocuklar yıkanırken bir yunus gelip bir çocuğu alıp, açıklara götürüp geri kıyıya bırakıyormuş her seferinde. Bu olayı duyan İskender çocuğu Babil’e getirtip Poseidon’un rahibi yapmış. İasoslular bu olaydan o kadar gururlanmışlardır ki, madeni paralarına kolunu yunusun üstüne atıp yüzen çocuğun tasvirlerini yapmışlardır.
Biz bu köye hayran kalıp vedalaşmadan tekrar görüşmek üzere deyip ayrılıyoruz.